Perşembe günü Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr.Gülriz Kozbe ve İzmir Türk Amerikan Derneği Başkanı Nesrin Mavitan'ın davetlisi olarak İzmir'e gittim ve derneğin Alsancak'taki
binasında 'Hititlerden Günümüze Dersler' başlıklı bir konferans verdim. Konferansa arkeoloji öğrencileri ve dernek üyeleri katıldılar. Pek çok yerde ve pek çok kez verdiğim, oldukça ilgi çeken bir konferansı İzmir'de tekrarlamak benim için keyifli bir şeydi. Ama ondan daha çok keyif aldığım şey genç arkeolog adaylarının hem sayıca hem de kalite olarak yüksekliğiydi. Genç arkeolog adayları konferans sonrasında bana pek çok sorular sordular. Bu soruların çoğunluğu benim Hititlere nasıl ilgi duyduğum ve nasıl olup da bu kadar bilgi edindiğim konusunda yoğunlaşıyordu. Benim onlara sorduğum soru ise arkeoloji eğitimini isteyerek seçmiş olup olmadıkları sorusuydu. Çünkü benim gençliğimde arkeoloji ve benzeri dalları isteyerek seçenlerin sayısı oldukça azdı. Birçok kişi bu bölümlere puanı oraya yettiği için giderdi. Sorularıma aldığım yanıtlar bana bu eğilimin değişmeye başladığını gösterdi. Gençler artık çoğunluk itibarıyla arkeolojiye isteyerek giriyorlar. Bu çok sevindirici bir gelişme. Çünkü insan sevmediği işi iyi yapamaz. Arkeoloji ve onunla ilişkili bilim dalları ise sevilmeden yapılacak işler değil. Her şeyden önce bunlar özellikle Türkiye'de çok popüler bilim dalları değil. Sonra kazı mevsimi geldiğinde büyük fedakârlık istiyor. Ailenizden kopacaksınız, tatile çıkmayacaksınız, binlerce yılın tozu, toprağı içinde bir parça bulmak için çalışıp çabalayacaksınız.
Konferanstan önce Ege Üniversitesi'nde Gülriz hanım ve asistanları bana kazılardan çıkan malzemeyi gösterdiler. Gülriz hanım ve asistanları Diyarbakır Bismil Ilısu baraj alanını kazıyorlar. Kazı 5000 yıl öncesinden (kalkolitik dönem) başlayarak Asur uygarlığı kalıntılarına kadar geliyor. Kazı yeri 6-7 yıl sonra Ilısu barajının suları altında kalacak. Türkiye'deki pek çok toprak altı hazinesinin karşılaştığı kader orayı da bekliyor. Kazıdan çıkan binlerce kırık dökük toprak kap parçaları var. Her yer ağzına kadar bu malzemeyle dolu. Bunların çizimleri yapılıyor, kategorilendirilip, fişlendikten sonra müzeye teslim edilmek üzere korumaya alınıyor. Gülriz hanım bir yandan da daha önce bu sütunda konu ettiğim TAY (Türkiye Arkeolojik Yerleşimler) projesinde Anadolu ve Trakya demir çağ envanterini çıkarıyor. Genç asistanlar bana toprak kap, kacak parçalarını gösterirken heyecanla anlatıyorlar. Birisi "bu elinizdeki halaf çömlek parçası 7500 yıllık" dediği zaman şaşkınlıktan dona kaldım. Ben onun çok daha yeni bir şey olmasını bekliyordum. 7500 yıllık toprak kap parçasının güzelliğini size anlatamam. Renkleri sanki dün yapılmış kadar canlı ve çekici. O parçayı elimde tutarken inanamayacağınız kadar heyecanlandım.
Arkeologlar kazıdan çıkan parçaları özenle toplarken köylülerin şaşkın bakışlarından kurtulamadıklarını anlatıyorlar. Büyük olasılıkla bu işi yapanlara deli gözüyle bakıyor köylüler. Bunları niçin topladıklarını anlayamadıkları için "her yer bunlarla dolu isterseniz size getirelim" diyorlarmış. Ve gerçekten de bir süre sonra tarlalarını kazıp çıkardıkları kap kacak parçalarını getiriyorlarmış. Maddi anlamda bir değeri yok bunların ama tarih anlamında çok değerli. Bunlardan giderek oradaki yerleşimin tarihlenmesi, kimlerin orada bulunduğunun anlaşılması, üretimin çeşidi ve kalitesinin çözümlenmesi gibi madden anlam taşımayan ama tarih için anlam taşıyan çalışmalar yapmak mümkün. Arkeologlar da onu yapıyorlar zaten. Ve dediğim gibi bu işi sevmeden yapmak mümkün değil. Yani toza toprağa bulandığınızda orada binlerce yıl önce yaşamış Asurlu gibi hissedebiliyorsanız bu iş keyifli, yoksa toz toprağın içindeyken aklınızdan üstüm başım batıyor düşüncesi geçiyorsa bu işe girmek büyük angarya.
Türkiye'nin geleceğinde arkeologların katkısı daha fazla olacak.
[hr]binasında 'Hititlerden Günümüze Dersler' başlıklı bir konferans verdim. Konferansa arkeoloji öğrencileri ve dernek üyeleri katıldılar. Pek çok yerde ve pek çok kez verdiğim, oldukça ilgi çeken bir konferansı İzmir'de tekrarlamak benim için keyifli bir şeydi. Ama ondan daha çok keyif aldığım şey genç arkeolog adaylarının hem sayıca hem de kalite olarak yüksekliğiydi. Genç arkeolog adayları konferans sonrasında bana pek çok sorular sordular. Bu soruların çoğunluğu benim Hititlere nasıl ilgi duyduğum ve nasıl olup da bu kadar bilgi edindiğim konusunda yoğunlaşıyordu. Benim onlara sorduğum soru ise arkeoloji eğitimini isteyerek seçmiş olup olmadıkları sorusuydu. Çünkü benim gençliğimde arkeoloji ve benzeri dalları isteyerek seçenlerin sayısı oldukça azdı. Birçok kişi bu bölümlere puanı oraya yettiği için giderdi. Sorularıma aldığım yanıtlar bana bu eğilimin değişmeye başladığını gösterdi. Gençler artık çoğunluk itibarıyla arkeolojiye isteyerek giriyorlar. Bu çok sevindirici bir gelişme. Çünkü insan sevmediği işi iyi yapamaz. Arkeoloji ve onunla ilişkili bilim dalları ise sevilmeden yapılacak işler değil. Her şeyden önce bunlar özellikle Türkiye'de çok popüler bilim dalları değil. Sonra kazı mevsimi geldiğinde büyük fedakârlık istiyor. Ailenizden kopacaksınız, tatile çıkmayacaksınız, binlerce yılın tozu, toprağı içinde bir parça bulmak için çalışıp çabalayacaksınız.
Konferanstan önce Ege Üniversitesi'nde Gülriz hanım ve asistanları bana kazılardan çıkan malzemeyi gösterdiler. Gülriz hanım ve asistanları Diyarbakır Bismil Ilısu baraj alanını kazıyorlar. Kazı 5000 yıl öncesinden (kalkolitik dönem) başlayarak Asur uygarlığı kalıntılarına kadar geliyor. Kazı yeri 6-7 yıl sonra Ilısu barajının suları altında kalacak. Türkiye'deki pek çok toprak altı hazinesinin karşılaştığı kader orayı da bekliyor. Kazıdan çıkan binlerce kırık dökük toprak kap parçaları var. Her yer ağzına kadar bu malzemeyle dolu. Bunların çizimleri yapılıyor, kategorilendirilip, fişlendikten sonra müzeye teslim edilmek üzere korumaya alınıyor. Gülriz hanım bir yandan da daha önce bu sütunda konu ettiğim TAY (Türkiye Arkeolojik Yerleşimler) projesinde Anadolu ve Trakya demir çağ envanterini çıkarıyor. Genç asistanlar bana toprak kap, kacak parçalarını gösterirken heyecanla anlatıyorlar. Birisi "bu elinizdeki halaf çömlek parçası 7500 yıllık" dediği zaman şaşkınlıktan dona kaldım. Ben onun çok daha yeni bir şey olmasını bekliyordum. 7500 yıllık toprak kap parçasının güzelliğini size anlatamam. Renkleri sanki dün yapılmış kadar canlı ve çekici. O parçayı elimde tutarken inanamayacağınız kadar heyecanlandım.
Arkeologlar kazıdan çıkan parçaları özenle toplarken köylülerin şaşkın bakışlarından kurtulamadıklarını anlatıyorlar. Büyük olasılıkla bu işi yapanlara deli gözüyle bakıyor köylüler. Bunları niçin topladıklarını anlayamadıkları için "her yer bunlarla dolu isterseniz size getirelim" diyorlarmış. Ve gerçekten de bir süre sonra tarlalarını kazıp çıkardıkları kap kacak parçalarını getiriyorlarmış. Maddi anlamda bir değeri yok bunların ama tarih anlamında çok değerli. Bunlardan giderek oradaki yerleşimin tarihlenmesi, kimlerin orada bulunduğunun anlaşılması, üretimin çeşidi ve kalitesinin çözümlenmesi gibi madden anlam taşımayan ama tarih için anlam taşıyan çalışmalar yapmak mümkün. Arkeologlar da onu yapıyorlar zaten. Ve dediğim gibi bu işi sevmeden yapmak mümkün değil. Yani toza toprağa bulandığınızda orada binlerce yıl önce yaşamış Asurlu gibi hissedebiliyorsanız bu iş keyifli, yoksa toz toprağın içindeyken aklınızdan üstüm başım batıyor düşüncesi geçiyorsa bu işe girmek büyük angarya.
Türkiye'nin geleceğinde arkeologların katkısı daha fazla olacak.
18/12/2005, Radikal